Türk milletinin İslam'a girdikten sonra yüzyıllar boyunca İslam'ın bayraktarlığını yaptığını biliyoruz. Bu özellik elbette Müslüman Türk milleti için onurdur. Emevi ve sonraki dönemlerde İslam'la ilgilenen milletimiz Osmanlı döneminde İslam âleminin hamiliğini yapmıştır.
Mısırlı alim Muhammed Gazali'nin 'el-isti'mar' -sömürgecilik- adlı eserinde Mısır'daki Arap milliyetçilerine söylediği söz bu milletin tarihi konumunu ne kadar güzel anlatıyor. Varsayınız Osmanlı hiçbir şey yapmasaydı, Ortadoğu'ya Hıristiyanların girmesine beş asır engel olması bile şeref olarak onlara yeterdi.
Hz. Peygamber'in ahir dönemi anlatan hadislerinden birinde Türk kavmine şöyle bir atıfta bulunduğu ifade ediliyor: Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Siz yüzleri kılıflı kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunları yassı olan bir kavimle savaşmadıkça kıyamet kopmaz (Buhari, Cihad, 95; Menakıb, 25; Müslim, Fiten, 62 (2912); Ebu Davud, Melahim, 9; Tirmizi, Fiten, 2216). Bu hadisin Moğol istilasıyla ilgisi var der hadis alimleri.
Aynı isimli hadis alimine göre burada kastedilen Türkler, İslam'a girmeyen tatarlar ve Cengiz Han ve torunu Hülagu'nun komutasındaki ordulardır.
Aynı
; bu savaşın Horasan'ı kılıçtan geçiren Rey, Kazvin ve Meraga'yı yıkan güçler olduğunu söyler. (Ebu Davud, Şerhi, c:14, s: 426-427)

***


Hz. Peygamber (s.a.v.) Türklerin İslam'a gireceğine işareten şöyle buyurmuştur: "Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın" (Ebu Davud, Melahim, 8 (4302). Peygamberimiz'in (s.a.v.) 'Türklere dokunmayın' sözü, bu milletin İslam'ın güçlenmesine yapacağı katkıya işaret olabilir.

***


İslam'a giren Türkler; sonra bu dini o kadar iyi özümsedi ki o dinin öncüleri oldular. Herhalde Hz. Peygamber'in (s.a.v.) dört halifesi hariç, daha sonraki dönemlerde en büyük hizmeti İslam'a giren Türk milleti yapmıştır.
Aslında Kütüb-i Sitte dediğimiz hadis alimlerinin hepsi Arap olmayan bir coğrafyadan dünyaya İslam'ı yaydılar. İmam Buhari Özbek, İmam Müslim Horasan, İmam Nesai Horasan, İmam Ebu Davud Sicistan, İmam İbn Mace Kazvin, İmam Tırmizi Özbekistan'dan çıkarak dünyaya ışık verdiler.
Adı geçen alimlerin doğdukları mıntıkanın bir kısmının bugünkü İran sınırında olması sizleri yanıltmasın. Çünkü o dönemde İran Sünni geleneğe bağlıydı. İran Safeviler döneminden (1501) itibaren Şialığa geçti.

***


İslam'a giren Türkler tefsir, hadis ve diğer alanlarda İslam'a büyük hizmetler yaptı:
Büyük tefsirci 'Zamahşeri' Türktür.
İlk hadis alimlerinden Süleyman et-Teymi (v:1431) Türk'tür.
Büyük hadisçi: 'Abdullah bin Mübarek (v: 181)
Müsned adlı eserin sahibi Abd bin Humeyd (v: 243)
Süneni Darimi'nin müellifi İmam Darimi (v: 255)
Ebu Davud'un şerh edicisi Hattabi (v: 388)
Alaaddin Moğoltay et-Türki (v:792)
Buhari şerh edicisi, Ayni (v:855)
Hadis ricalinin tasnifçilerinden Zehebi ve daha binlerce büyük İslam aliminin hepsi Türk kökenlidir.

***


Bizden öncekiler İslam'a böyle çalıştılar. Böyle gayret ettiler. Öncüydüler. İslam'a âşıktılar. Kuran'a hizmetkârlık yaptılar. Hz. Peygamber'e (s.a.v.) müthiş bir aşkla bağlandılar. Harameyn'i korumayı varlık sebebi saydılar. Medine müdafaası bu milletin alnındaki en büyük şeref lahikasıdır.
İslam'a hizmet edenler şerefle yad edilir. İslam'dan uzaklaşıp ihanet edenler ise, tarihin unutulmuş bedbahtları olarak hep kahırla hatırlanacaklardır.
Milletimizin İslam'a girip İslam'a hizmet ettikleri dönemi hep dua ve rahmetle hatırlayacağız.

SEN YERİ YARAMAZSIN!

Kuran-ı Kerim övünmeyi yasaklıyor. Çünkü kendisiyle övünen, nefsini azmanlaştıran nice insan vardır ki Rabbin huzurunda bir sivrisinek kanadı kadar ağırlığa, kıymete sahip değildir. Övünmek, ahirette bir pişmanlık sebebidir.
Kişi öldüğünde cenazede onu övenleri gören melekler ölenin ruhuna: 'Sen böyle miydin! Sen şöyle miydin' diyerek alay ederler. Dünyanın zıddına, ahiretteki kilosunu yüzüne söylerler. Ruhunu daraltırlar.
Yüce Rabbimiz övünmeyi yasaklıyor. Şöyle buyuruyor: "Nefislerinizi (olduğundan farklı gösterip) temize çıkarmayın. (Kötülük ve günahtan) korunanın kim olduğunu Allah en iyi bilendir." (Necm, 32)

***


Tevazu bir müminin ahlakının bel kemiği olmalıdır. Yüce Allah şöyle buyurdu: "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne de boyca dağlara ulaşabilirsin" (İsra, 37) Yüce Allah büyüklenenleri sevmez (Nahl, 23)

***


Hz. Peygamber (s.a.v.) böbürlenen bir gafilin halini bizlere şöyle anlatıyor: "Adamın biri böbürlenerek yürürken, Allah onu yerin dibine geçirdi ve bu kişi kıyamete kadar batmaya devam edecektir."

***


Şeytana, şeytan olma yolunu açan şey 'kibirdir' (Bakara, 34). Onun için hem huzurdan, hem cennetten, hem meleklerden, hem ru'yetten -Allah'ı görmekten- ve hem de rızadan kovuldu.
Hz. Lokman'ın oğluna tavsiyesi de buydu: "Allah kibir taslayanı, kendini beğenip övüneni sevmez" (Lokman, 8).

Hadislerin Kuran'a arzı meselesi

Kafasına ve nefsine uymayan hadisleri inkâr eden hadis karşıtı kişiler, bazı kitaplarda geçen bir rivayeti önünüze koyarlar.
Bu rivayete göre -güya- Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuş: "Size herhangi bir hadis intikal ettiğinde onu Kuran'la karşılaştırın. Eğer Kuran'a uygunsa onu alıp onunla amel edin. Yok eğer Kuran'a uygun değilse, onunla amel etmeyin. Onu reddedin."
Bu sözü yorumlayanlara göre, hadisler ancak Kuran'ın temas ettiği konulara değindiği ve ek bir hüküm koymadığı zamanlar itibara alınır. Bunlar bunu söyleyip, böylece hadislerle gelen bütün uygulamaları reddetmeye çalışır. Tabii bu arada namazların vakitleri, nasıl kılınacağı, her rekatta kaç secde ve rüku yapılacağı, namazın rekatları, zekâtın detayı, oruçla ilgili detaylar gibi bütün hususlar ortada kalır.
Bu rivayet ve bu rivayetin benzeri bütün versiyonlarını İmam Şafii (v: 204) reddeder. Beyhaki (v: 458) de bu rivayetin ravilerini zayıf ilan eder. Acluni (v:1162); Sağani (v: 650) ve benzeri onlarca hadis otoritesi bu rivayetleri uydurma ilan ederler.
Haysemi (v: 807); Zehebi (v: 748); Darekutni (v: 385) bu rivayetlerin ravilerini şiddetle tenkit ederler. İbn Main'in (v: 458) görüşü de böyledir. İmam Kutubi (v: 671) bu rivayetleri reddeder. "Batıl ve asılsızdır" der.
İbn Hazm der ki: "Sahih bir haberin Kuran'a muhalif olması imkânsızdır. Her hadis dindir. Ya Kuran'ın kısa geçtiği bir hükmünü tefsir eder, ya onun bir hükmünü açar. Hadislerin görevi Kuran-ı Kerim'i tefsir etmektir."
Kuran-ı Kerim'e aykırı bir hadis olmayacağı ortadadır. Çünkü hadisler Kuran'ın birer tefsiridir. Veya Kuran-ı Kerim'in özet geçtiği -mücmel- bir hükmü detaylandırmak üzere peygamberimize bildirilmiştir. Ebu Hanife'nin dediği gibi, Sahih hadisle Kuran-ı Kerim arasında bir çelişme olamaz.
Hz. Peygamber (s.a.v.) zaman zaman bir konuda sözünü söyler ve sonra "dilerseniz bu ayeti okuyun" derdi. Böylece Kuran ve hadisi aynı bilgi formu içinde bize takdim ederdi.
Sahabe de bildikleri bilgileri Kuran doğrultusunda işletmişlerdir. Sahih hadisin gayesi; Kuran-ı Kerim'in emirlerini uygulama alanında düzenlemedir. Bu açıdan sahih hadis, Kuran'a karşı bir bilgi değil; Kuran'ın doğru anlaşılmasına bizi yönlendiren bir nebevi uygulamadır.
Onun için İmamı Azam "Ben Allah'ın kitabını alırım. Onda bulamazsam Resulullah'ın sünnetini alırım" der.
Bu, elbette çok ciddi ve uzun bir bilimsel makale konusudur. Burada sadece konuya işaret ettik. Hadislerin Kuran'a arzı rivayeti önemli hadis kitaplarında yer almamıştır.
(Sağani, Acluni gibi tenkidçilerin eserlerinde yer bulmuştur. Bu rivayet müdrec bir rivayettir. (Kamil Çakın, Hadislerin Kuran'a Arzı, AVİFD, XXXIV, 1993 -240 -243)
Not: Müdrec: Bir hadiste sened veya metne esasında olmayan bir ilave girmişse bu rivayete denir.

***


Dikkat etmemiz gereken önemli nokta şudur: Gerektiğinde Buhari, Müslim gibi önemli kitaplarda olan rivayetleri rahatça inkâr edenlerin tezlerini savunmak için böyle reddedilmiş bir rivayete sarılıp onu gayeleri doğrultusunda kullanmaları büyük çelişkidir. Ve bilimsel verilere göre hareket etmemektir.
(Suyuti, Miiftah, 36; İbn Hacer, Tahrib, I, 218; Zehebi, Mizan, 1, 639; Acluni, Kesful Hafa, 1, 89; Heysemi, Mecme, I, 170; Şafii, Risale, 33; Şatıbi, Muvafakat, IV, 19-20)

Mekke'de yapılanı yapmalıyız

Sıkıntılarımız var. Birbirimizin yüzüne rahmetle bakmıyoruz. Kötülemek için fırsat kolluyoruz. Daha yığınla eksiğimiz var.
Çözüm Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Mekke ve Medine'de yaptığını yapmaktır.
Hz. Resul (s.a.v.) Mekke'de toplumu İslam'la tanıştırdı. Cahiliye kalıntılarını söküp attı. Irk, aşiret ve kavmiyetçilik yerine 'ümmet, millet' kavramını yerleştirdi.
Halkı cahiliye adetlerinden İslam'a çevirdi. Putperestliği yıktı. Doğru bir imanla tanıştırdı. Böylece güçlü küfre karşı ilkeleri olan davetçileri yerleştirdi.
Kavmiyetçilik hastalığının çaresi diğer bir kavmiyet değil, ancak ve ancak imandır, takvadır ve ihlastır. Bu da eğitimle, bilgi ile ve okuyarak elde edilir.
Hz. Peygamber Medine'de ne yaptı?

Peygamberimiz (s.a.v), Medine'ye gelince düşman olan aşiretleri barıştırdı. Müslüman olanları 'din kardeşliği' ile, Müslüman olmayan Medinelileri ise 'Medine birliği' ile bir arada tuttu. Kısa sürede kendisinin kuyusunu kazmaya çalışan bütün kuvvetleri etkisizleştirdi. Sonra da bütün Arap yarımadasına yayılacak bir davete başladı.
Coğrafyamızda, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Mekke ve Medine'de yaptıklarını yapacak bir bilinç ve organizasyon oluşturmalıyız. Elimizde büyük bir tecrübe var. Yeniden okuyup, düşünüp, tatbik etmeliyiz. Birbirimizi suçlamak yerine, eksikleri görüp hastalıkları tedavi etmeli, yaraları sarmalıyız.
Coğrafyamızdaki terör faaliyetlerine karşı en güçlü silah; birlik, dostluk, beraberlik, konuşmak, diyalog ve karşılıklı fikir alışverişidir. Ancak teröre yönelişi engellemek için 'Müslüman ve bilinçli' gençlik yetiştiremezsek diğer bütün çözümler geçici çözüm olur.