OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E POZİTİVİZM: TERAKKİ VE BATILILAŞMA / Yrd. Doç. Dr. ENES KABAKÇI


Enes Kabakçı, konuşmasının başlangıcında pozitivizmi tanımladı ve pozitivizmi ortaya çıkaran şartları genel hatlarını ortaya koydu. Pozitivizmin, Fransız İhtilâli sonrasında Fransız toplumundaki düzensizliğe bir çözüm olarak ortaya çıktığını belirtti. Osmanlı münevverlerinin pozitivizm ile tanışmasının ise bu sayede olduğunu söyleyen Enes Kabakçı, August Comte ve haleflerinin “nizam” timsali olan Doğu toplumlarına duydukları ilginin nedenlerini açıkladı. Comte ve “Batı Pozitivist Kurulu”nu kuran haleflerinin, “insanlık dini”ni dünyaya yaymak için Doğu toplumlarında sağlanmış olan düzenden yararlanmak istediğinin altını çizdi. Bu amaçla Rus Çarı Nikola’ya ve Mustafa Reşit Paşa’ya Comte tarafından “insanlık dinin tebliğini” içeren mektuplar yazıldığını ekledi.


Osmanlı münevverlerinin pozitivizmle tanışmasında Fransız pozitivistlerin payı olduğunu vurgulayan Kabakçı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e pozitivizmin üç halinin olduğundan bahsetti. Beşir Fuad ile kitabî olmayan bir tanışma yapılmışsa da, Osmanlı münevverleri arasında pozitivizmin tanınmasında Ahmet Rıza Bey’in etkili olduğuna nakletti. Sarsılan bir imparatorlukta münevverlerin bir çözüm arayışı içinde olduklarını ve Ahmet Rıza Bey ile Jön Türklerin bir kısmının bu çözümü pozitivizmde gördüğünü söyledi. İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908’e kadar pozitivizmin siyasi olarak ele alındığının üzerinde duran Kabakçı; 1908 sonrasında ise Ahmet Şuayb’ın önderliğinde entelektüel bir pozitivizm oluşturma, pozitivizmin felsefî altyapısını irdeleme çabalarının görüldüğünü belirtti. Enes Kabakçı, pozitivizmin Osmanlı’daki üçüncü halinin ise Ziya (Gökalp) Bey tarafından devletin ve toplumun hizmetine sunulmak üzere kullanıldığını anlattı.


Pozitivizmin doğuşunu ve Osmanlı’daki gelişim sürecini tarihsel bir örgü içinde işleyen Enes Kabakçı, gerek Osmanlı münevverlerinin gerek Fransız pozitivist aydınlanmacıların, pozitivizm ile İslâmiyet arasında paralellikler kurduklarını dinleyicilere aktardı. Pozitivistlerin İslamiyet’i en akılcı tek tanrılı din olarak görmelerinin yanı sıra Osmanlı münevverlerinin pozitivistlere İslamiyet’e duydukları saygıdan dolayı bir hürmet beslediklerini sözlerine ekledi. Herşeye rağmen o dönem aydınlarının, bu fikirlerin toplum ve hatta kendileri tarafından olduğu gibi özümsenmesinin imkansızlığı karşısında arayışa girildiğinin üzerinde durdu. Bilhassa Ziya Gökalp (Bey) ve benzerlerinin olduğu gibi değil de;  bize uyarlama, bir metin tercüme değil de kendi medeniyetinde karşılık arama hassasiyetini ve  günümüz sosyal bilimcilerinin tavrını dinleyicilerin dikkatine sundu. Misal olarak; Ahmet Rıza Bey’in de pozitivizmi İslâmiyet’e göre yorumlarken; İslâm tarihini de pozitivist bakışla incelemesini verdi. Bu çift yönlü okumanın geçmişten günümüzde de ihtiyaç  olduğunu ve aydınlarımızın eline verilmiş bir yol haritası olabileceğini belirterek sözlerini sonlandırdı.