
BAŞSAĞLIĞI
Türk Dünyasına yeri doldurulamayacak kadar büyük hizmetleri bulunan Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Turan Yazgan, Hakka yürümüştür. Merhuma Allah’tan rahmet, başta ailesi, sevenleri ve bütün Türk Dünyası’na başsağlığı dileriz.
Turan Yazgan Hoca’nın cenaze namazı Cumartesi günü ikindi namazını müteakip Fatih Camii’nde kılınacaktır.
Turan YAZGAN ( 1938, Isparta - 2012, İstanbul)
1938 yılında Isparta’nın Eğirdir ilçesinde doğdu. 1948’de Eğirdir Zafer İlkokulu’nu, 1951’de İstanbul Vefa Lisesi orta kısmını, 1955’de parasız yatılı olarak Kastamonu Lisesi Fen Bölümü’nü pekiyi dereceyle bitirdi. 1959’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdikten sonra, İmar ve İskân Bakanlığı Bölge Plânlama Daire Başkanlığı’nda “İktisadi Araştırmacı” ve “Bölge Plancısı” unvanlarıyla beş yıl vazife gördü. 1963 yılında İtalya’ya, Güney İtalya Bölge Planlaması konusunda staj yapmak üzere gitti.
1966 yılında İktisat Fakültesi’ne asistan olarak girdi. 1967’de “Şehirleşme Açısından Türkiye’de İşgücünün Demografik ve Sosyo -Ekonomik Bünyesi” adlı tezle ve pekiyi derece ile doktorasını yaptı. 1971’de “Gelir Dağılımı Açısından Sosyal Güvenlik” konulu tezi vererek doçent oldu. 1977 ve 1978’de Güneydoğu Anadolu Bölgesi Planının Genel Koordinatörlüğü görevini yüklendi. Bölgede yapılan araştırmaları müteakip ortaya çıkan yedi ciltlik Güneydoğu Anadolu Gelişme Planını, Başbakanlık Tarım ve Toprak Reformu Müsteşarlığına sundu. 1979’da İktisat Fakültesi profesörlüğüne yükseltildi. Üniversite Senato üyeliği, Üniversite Yönetim Kurulu üyeliği ve Anabilim dalı Başkanlığı vazifelerinde bulundu. 2000 yılında istifa ederek, üniversiteden emekliye ayrılan Prof. Dr. Turan Yazgan vefatına kadar 1980 yılında kurmuş olduğu Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın genel başkanlığını yürütmekteydi.
Türk Dünyasına hizmeti gaye edinmiş Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1990 yılından Prof. Dr. Turan Yazgan önderliğinde, Türk coğrafyasında açtığı liselerde, fakültelerde, kültür merkezlerinde, araştırma merkezlerinde, tamamen ücretsiz, Türkiye Türkçesi ile verdiği eğitim‐öğretim vasıtasıyla on binlerce Türk çocuğunu / gencini yetişmesini sağlamıştı.
Merhum Yazgan, kurucu başkanı olduğu Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı vasıtasıyla Türk Dünyasında, 18 yıldır devam ettirdiği Türk Dünyası Çocuk Şöleni başta olmak üzere birçok ilkleri gerçekleştirerek, Türk toplulukları arasında güçlü bağlar tesis etmiş, ayrıca Türk Dünyası Ses Yarışması’ndan, alfabe birliğinin sağlamaları için yapılan çalışmalardan, Türk tarihini ve kültürünü dünyaya anlatabilmek, gelecek nesillere aktarabilmek gayesine yönelik bir dizi faaliyetle çağımızın Gaspıralı İsmail’i idi.
300 sayıyı aşan Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi’nden, 100 cildi aşan her biri 500 sayfa olan Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi’nden, Türkistan coğrafyasının müzik kültürünü yaşatmak amacıyla kurulan ve kardeş ülkelerde dolaşarak konserler veren Türk Dünyası’ndan Sesler Korosu’ndan, Türk Musikisi’nin güzelliklerini gelecek nesillere aktarmak için kurulan Türk Musikisi Korosu’ndan, Türk Dünyası’nın meselelerini tartışmak, çözümler üretmek amacıyla düzenlenen sempozyumlardan, her yıl aralıksız Türk Dünyası geleneklerine göre her yıl aralıksız gerçekleştirilen Nevruz kutlamalarından, her hafta konusu özenle seçilen Süleymaniye Kürsüsü faaliyetlerinden anlaşılacağı gibi bir ömre sığdırılması güç hizmetleri gerçekleştirmiş, son nefesine kadar Türk Dünyası çalışan bir “Ülkü Devi”, bir “Aksakal”dı.
"İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat." [Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizi, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.]
Cenab-ı Hak, Turan Yazgan Hoca’yı amel defteri kıyamete kadar açık olanlardan, cennette Resul Ekrem Hazretlerine komşu olanlardan eylesin! Amin!

Türk Ocakları İstanbul şubesi, 4 Kasım 2012 Pazar günü 2012/13 yılının ilk kahvaltı buluşmasını gerçekleştirdi. Kahvaltıya, gençlik kolu mensuplarının yanı sıra Azerbaycan Reformcu Gençler Birliği Başkanı Ferid Şahbazlı ve yine Azerbaycan Reformcu Gençler Birliği üyelerinden Hacıbey Heyderli ile Etibar Hüseynov iştirak ettiler.
Azerbaycanlı soydaşlarımızın da katılımı ile keyifli ve samimi bir ortamda gerçekleştirilen kahvaltının ardından gençlik kolunun yeni üyeleri için tanışma faslına geçildi. İlk sözü alan İstanbul Şubesi Başkanı Dr. Cezmi Bayram, ocaklı gençlerle, kendi enerjilerinin, yapabileceklerinin farkında olmalarının gerektiği, vazifeleri hususunda sohbet etti ve gençlik kolu üyelerinin tek tek önerileri not alındı. Ardından Gençlik Kolları Başkanı Almıla Maraş, devam eden ve bu yıl faaliyete geçecek projeler hakkında ocaklı gençleri bilgilendirdi ve gençlerle istişare etti. Günün sonunda, İstanbul Arkeoloji Müzesi Altın Elbiseli Adam sergisine gidildi.
19.Yüzyıl Batı Düşüncesinin Türk Düşüncesindeki Yansımaları / Prof. Dr. Tahsin GÖRGÜN
19 Ekim Cuma 2012 , Saat : 18:00
YER: Türk Ocakları İstanbul Şubesi Konferans Salonu
Prof.Dr. Tahsin Görgün, konuşması çerçevesinde ağırlıklı olarak 17. yy'dan başlayarak ekonomik ve siyasi üstünlüğü ele geçiren Batı medeniyetinin, genelde Doğu'nun özelde de Türk medeniyetinin düşünce dünyası üzerindeki etkisine ve yıkımına değindi. Görgün, 18. yy Avrupasının ruhu olan pozitivizm olgusundan hareketle Batı'nın ekonomik inkişafı sonucunda, dünyadaki dengeleri kendi lehine çevirmesinin ardından, Osmanlı ve Türk düşünce dünyasındaki değişimleri hızlandırdığından söz etti.
OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E POZİTİVİZM: TERAKKİ VE BATILILAŞMA / Yrd. Doç. Dr. ENES KABAKÇI
Enes Kabakçı, konuşmasının başlangıcında pozitivizmi tanımladı ve pozitivizmi ortaya çıkaran şartları genel hatlarını ortaya koydu. Pozitivizmin, Fransız İhtilâli sonrasında Fransız toplumundaki düzensizliğe bir çözüm olarak ortaya çıktığını belirtti. Osmanlı münevverlerinin pozitivizm ile tanışmasının ise bu sayede olduğunu söyleyen Enes Kabakçı, August Comte ve haleflerinin “nizam” timsali olan Doğu toplumlarına duydukları ilginin nedenlerini açıkladı. Comte ve “Batı Pozitivist Kurulu”nu kuran haleflerinin, “insanlık dini”ni dünyaya yaymak için Doğu toplumlarında sağlanmış olan düzenden yararlanmak istediğinin altını çizdi. Bu amaçla Rus Çarı Nikola’ya ve Mustafa Reşit Paşa’ya Comte tarafından “insanlık dinin tebliğini” içeren mektuplar yazıldığını ekledi.
Osmanlı münevverlerinin pozitivizmle tanışmasında Fransız pozitivistlerin payı olduğunu vurgulayan Kabakçı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e pozitivizmin üç halinin olduğundan bahsetti. Beşir Fuad ile kitabî olmayan bir tanışma yapılmışsa da, Osmanlı münevverleri arasında pozitivizmin tanınmasında Ahmet Rıza Bey’in etkili olduğuna nakletti. Sarsılan bir imparatorlukta münevverlerin bir çözüm arayışı içinde olduklarını ve Ahmet Rıza Bey ile Jön Türklerin bir kısmının bu çözümü pozitivizmde gördüğünü söyledi. İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908’e kadar pozitivizmin siyasi olarak ele alındığının üzerinde duran Kabakçı; 1908 sonrasında ise Ahmet Şuayb’ın önderliğinde entelektüel bir pozitivizm oluşturma, pozitivizmin felsefî altyapısını irdeleme çabalarının görüldüğünü belirtti. Enes Kabakçı, pozitivizmin Osmanlı’daki üçüncü halinin ise Ziya (Gökalp) Bey tarafından devletin ve toplumun hizmetine sunulmak üzere kullanıldığını anlattı.
Konuşmanın videosu için devamına tıklayınız.
ŞUBE BAŞKANIMIZ Dr. CEZMİ BAYRAM’IN TÜRKİYE GAZETESİ YAZARI RAHİM ER’İN YAZISI HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI
ŞUBE BAŞKANIMIZ Dr. CEZMİ BAYRAM’IN TÜRKİYE GAZETESİ YAZARI RAHİM ER’İN YAZISI HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI
Sayın Rahim Er,
18 Eylül tarihli yazınızı, tessürle okudum. Üzüntümün birinci sebebi, Türkiye’de öteden beri her türlü kışkırtıcı tavırdan uzak kalmayı, belli değerleri benimseyen kişi ve zümrelere hakaret ve iftira etmemeyi “bir insanın davranışlarının yüzde doksan dokuzu küfre, biri ise imâna taalluk etse, bire göre hareket etmeyi” temel bir ilke kabul ederek uzun yıllardır yayın yapan ve geçmişinde Seyit Ahmet Arvasi ve Ahmet Kabaklı gibi mümtaz şahsiyetlerin fikrî istikâmetinde etkili oldukları ve bütünleştirici bir milliyetçilik anlayışının nâşiri bir Gazete’de yayınlanmasıdır. İkinci sebeb ise, Hüseyin Hilmi Hoca’nın yanında, yukarıda zikredilen şahıslardan da feyz aldığını zannettiğim bir kalemden, böylesine tarihi gerçeklere aykırı bir yazının çıkmasıdır.