“Dağlardan maksat bilginler, ilaçtan maksat şifa veren söz, ölüden maksat bilginlerin sözleriyle canlanan cahillerdir...”

Muhtemelen III. yüzyılda Hint hüküm- darlarından birinin oğullarını eğitmekle görevlendirdiği bir Vişnu rahibi tarafından şehzadeler için hazırlanan “Pançatantra” (beş düşündürücü nasihat) adlı kitap, daha çok tanınan ismini Karataka ve Damanaka adıyla anılan iki çakal kardeşten almaktadır (Pehlevice Kelileg ve Dimneg). İbnü’l Mukaffa (ö. 759) tarafından “Kelile ve Dimne” adıyla Arapça’ya tercüme edilen bu kitap hemen hemen tüm dünya dillerine çevrilmiş olup, yüz yıllardır okunmaktadır.

Kitabın Sanskritçe’den, Sasani hükümdarı I. Hüsrev tarafından Pehlevi diline tercüme ettirilmesinin de ilginç bir hikâyesi vardır. I. Hüsrev bir şekilde haberdar olduğu “Pançatantra”yı tercüme etmesi için doktoru Bürzûye’yi Hindistan’a gönderir. O da sarayın hazinesinde olan bu kitabı gizlice istinsah ederek İran’a getirip Pehlevi Farsçası’na çevirir.

Buna karşın Firdevsî’nin “Şâhnâme” isimli eserinde naklettiği bir başka öykü daha vardır. Bürzûye, Hindistan’da ölüyü dirilten bir bitkinin yetiştiği bir dağ olduğunu öğrenir ve bu bitkiyi ele geçirmek için harekete geçer. Uzun aramalarına rağmen söz konusu bitkiyi bulamaz.

Araştırmalarına devam ederek yaşlı bir Hintli bilgeye başvurur. Bilge kendisine, “Bu eskilerin üstü kapalı bir sözüdür. Dağlardan maksat bilginler, ilaçtan maksat şifa veren söz, ölüden maksat bilginlerin sözleriyle canlanan cahillerdir...” der.
Bilge, bu hikmetlerin hükümdarın hazinesinde bulunan “Kelile ve Dimne” isimli kitapta açıklandığını belirtir. Hükümdara başvuran Bürzûye, kitabı ancak hükümdarın huzurunda okuyabileceği cevabını alır. Okuduğu kitaptaki hikâyelerin manalarını aklında tutan Bürzûye, kitabı 560 yılı civarında Pehlevi diline aktarır. Kısa süre sonra Süryanice’ye çevrilen kitap, daha sonra muhtemelen 750’li yıllarda İbnü’l Mukaffa tarafından Arapça’ya tercüme edilir.

“Kelile ve Dimne”nin, Türkçe’ye ilk tercümesi, Aydınoğlu Umur Bey döneminde, 1360 yılında Kul Mesut tarafından yapılır. Daha sonra kimliği bilinmeyen bir yazar bu eseri yeniden düzenleyerek Sultan I. Murad’a sunar. Özellikle Alâeddin Ali Çelebi’nin Farsça’dan “Hümâyûnnâme” adıyla yaptığı ve Kanûnî Sultan Süleyman’a takdim ettiği çeviri büyük ilgi görmüştür. “Kelile ve Dimne”, Arapça metinde ismi Beydebâ olarak geçen bir filozof ile Debşelim adındaki hükümdar arasında geçen konuşmalar şeklinde günümüz Türkçesi’ne ilk olarak Ömer Rıza Doğrul tarafından tercüme edilir. Daha sonra bir kısmı çocuklara anlatılan masallar şeklinde olmak üzere çok sayıda baskısı da yapılır.
Kitabı oluşturan hikâyelerin kahramanları hayvanlardır. Genel olarak ailevi ve siyasi terbiyenin konu alındığı masallarda, yer yer kişisel ahlaka da göndermeler yapılır. İbnü’l Mukaffa’nın Arapça tercümesinde yer alan altmış sekiz hikâye zaman içinde yapılan ilavelerle yüz sekize kadar çıkar. Bu yazımıza esas aldığımız Ömer Rıza Doğrul tercümesinde on beş bölüm halinde sunulan, birbirine bağlı olarak gelişen çok sayıda ibret alınacak hikâye bulunmaktadır.

“Kelile ve Dimne” hoşa giden bir kitap olarak yüz yıllardır hem halk hem de yöneticiler tarafından okunmaktadır. Ne kadar ders alınmış, uygulamada ne kadar yol göstermiş bilinmez. Bilinmez çünkü, yüz yıllar sonra insanlığın geldiği düzey göz önüne alındığında çok da dikkate alındığı görülmez. Zaman zaman hoşa giden bir hikâye kitabı gibi okunup, üzerinde düşünülmemiş, hikâyelerin gerçek nedeni anlaşılmamıştır.

Zaman zaman çoğaltılan “Kelile ve Dimne”nin usta bir hatla yazılmış, içindeki hikâyeleri açıklayan minyatürlerle süslü nüshaları da bulunmaktadır. Kitaba yazdığı giriş bölümünde İbnü’l Mukaffa, bu durumu “... Bu kitabı okuyup da anlamayan, dış yüzüne ve iç yüzüne akıl erdiremeyen kimse de onun yazısını ve nakşını görmekle istifade edemez. Nasıl ki kendisine ceviz verilen bir adamın, cevizi kırmadan yiyemediği gibi…” sözleriyle açıklar.

“Kelile ve Dimne” kendinden sonra gelen çok yazarı etkiler. Örneğin Mevlâna bu hikâyelerden bazılarına eserlerinde yer verir ve örnek olarak gösterir. Çok daha sonraları La Fontaine, fabl türünün şaheseri sayılan masallarında, “Kelile ve Dimne”nin on sekiz hikâyesine yer verir.

İbnü’l Mukaffa tercüme ettiği kitabı üç bölüme ayırır. Bazıları olayların akışına kendini kaptırır ve işin hikâye kısmıyla tatmin olur. “... Bu tipler maksadın ne olduğunu anlamazlar, devşirilecek meyveyi devşiremezler ve kitabın erişmek istediği hiçbir hedefe erişemezler...”

Bunlardan sonra gelenler ise kitabı anlamış ve oldukça yüksek seviyede kavramışlardır. Bu tiplerin eksikliği harekete geçmeyişleridir. Onlar “... Gece evinde hırsızı görüp pusuya yatan ama pusuda uykuya dalarak hırsızın hırsızlığına engel olamayanlardır!..”

En yüksek kesim ise örnek gösterilmesi gereken kişilerdir. “... Onlar hikâyeleri okur, derinlemesine anlar ve gerektiği gibi uygularlar...”
Kısaca bilgi ancak uygulama ile asıl yerini bulur ve olgunluğa erişir. Bilgi ağaçtır, uygulama ise meyvesi.

Beydeba, Kelile ve Dimne, Çev. Ömer Rıza Doğrul, Ankara, 1985.
Beydebâ, Kelile ve Dimne, Çev. Said Aykut, İstanbul, 2003.