“İnsanlar içinde hareketlerin iyisini bırakarak kötüsüne dadananlardan, zerre kadar haklı görülmeyecek olan kimseler, iyiyi kötüden ayırt edebildikleri halde kötüyü uygulayanlardır...”
Bazı kişiler vardır ki; yaptıkları çalışmalarla insanlığın önünü açmalarına rağmen tarihin derinliklerinde kalmış, konunun uzmanları tarafından dahi hatırlanmakta güçlük çekildiği için unutulmuşlar arasına karışmışlardır. Dünkü yazımda söz ettiğim, “Kelile ve Dimne”yi her okuyuşumda, İbnü’l Mukaffa’yı hatırlar ve rahmetle anarım.
Muhtemelen 720 veya 724 tarihinde İran’ın Cûr/ Fîrûzâbâd kasabasında doğan ve ilk eğitimini Cûr’da Fars kültürü ve Mecûsî geleneğine göre alan İbnü’l Mukaffa, daha sonra Basra’da Arap geleneğine uygun olarak eğitimini sürdürür. Kısa süre içinde başta Arap dili ve edebiyatı olmak üzere Fars, Hint ve Grek kültürleri hakkında geniş bilgi sahibi olur.
Memuriyet hayatına katiplikle başlayan İbnü’l Mukaffa, Emeviler döneminin sonlarına doğru Irak Valisi ile Basra ve Kûfe valilerinin katipliğini yapar. Abbasiler döneminde, Halife Mansûr’un isteği üzerine daha önceki dönemlerde Farsça’ya çevrilmiş bazı Grek klasiklerini, Farsça’dan Arapça’ya tercüme eder. Kirman Valisi İsa b. Ali’nin hizmetinde iken Mani ve Mezdek dinleriyle karışık Mecûsî inancını terk ederek, İslâmiyeti kabul eder, adını Abdullah b. Mukaffa olarak değiştirir ve genel kabule göre 759 yılında Basra’da öldürülür.
İbnü’l Mukaffa’nın katlediliş sebeplerini araştıran yazarlar onun “Risâletü’ş-şahabe” isimli eserinde Abbasiler’in siyasetini ve Halife Mansur’un idaresini açıkça eleştirmesinin, hatta bu risalenin Abbasi idaresine karşı bir ihtilal beyannamesi olarak değerlendirilmesinin rol oynadığını söylemektedirler.

Zındıklıkla itham edildi
Bir diğer görüşe göre ise öldürülmesinin en önemli nedeni başta “Mu’âzaratü’l Kur’ân” olmak üzere Mezdek, Mani ve Zerdüşt gibi Fars din ve inançlarına ait bir çok kitab Arapça’ya çevirmesi veya telif etmesinden dolayı zındıklıkla itham edilmesi olduğudur.
“... İbnü’l Mukaffa’nın gerçek amacı, Farsça’dan çevirdiği Aristo mantığına dair kitaplarla İslam toplumunun dil ve düşüncesini, Fars siyaset ve tarihine dair çevirileriyle İslam siyaset ve idaresine, Hint hikmetine dair eserlerle de fert ve toplumun hayatına yeni açılımlar kazandırmaktı. Bu amaçla telif ettiği eserlerin birçoğunu ahlak, edep ve eğitim konularına ayıran, İslam’ın önemsediği değerleri daha akla yakın olarak işleyen İbnü’l Mukaffa’nın eserlerinin hiçbirinde İslam’a aykırı bir görüş ve kendisinin zındık olduğunu gösteren bir delil yoktur...”

Kültürleri kaynaştırdı
Özellikle İran asıllı Bermekî vezirlerin etkisiyle Fars kültürüne kapılarını açan, onlardan azami istifade imkânlarını arayan Abbasiler’in ilk yıllarında İbnü’l Mukaffa yaptığı tercüme ve telif eserlerle Arap, Fars, Grek ve Hint kültürlerini kaynaştırarak, bu kültürlerden faydalanarak dönemin yöneticilerine çeşitli alanlarda önerilerde bulunmaya çalışmıştır.

Fabl türü hikâye
İbnü’l Mukaffa’nın, kendinden sonraki nesiller üzerindeki en önemli etkisi “Kelile ve Dimne” tercümesiyle Arap edebiyatına kazandırdığı fabl türü hikâye tarzıdır. “Kelile ve Dimne” hayvanların konuşmalarından oluşan bir hikâyeler dizisidir. Ancak, daha önce Pehlevice’ye tercüme edilen bu eserin bir giriş bölümü bulunmamakta iken, İbnü’l Mukaffa, “... İranlıların bu eseri Hint dilinden kendi dillerine çevirmekle beraber eseri okumak ve istifade etmek isteyenlere mahsus olmak üzere bir şey yazmadıklarını görerek ben de bu faslı yazıp esere ilave ettim. Siz de buna dikkat ederseniz, Allah’ın izniyle bu eserden faydalanırsınız...” demekte.
“... Her milletin bilginleri, öteden beri, akılları terbiye ile uğraşarak bu işi başarmak için türlü çarelere başvurmuşlardır. Bu yüzden bu kitapta türlü hayvanlar konuşturularak yazılmış ve bu da birçok faydalar sağlamıştır. Çünkü bilginler bu sayede sözü türlü türlü şekilde söylemek imkanını elde etmişler ve bu sayede eser hem hikmet kitabı hem eğlence kitabı olmuş, hikmeti sevenler içindeki hikmet dolayısıyla hikmetten haberi olmayan beyinsizler de içindeki eğlence dolayısıyla esere rağbet göstermişlerdir...” (s. 60).
“... Bu kitabı okuyup da anlamayan, dış yüzüne ve iç yüzüne akıl erdiremeyen kimse de onun yazısı ve nakışını görmekle istifade edemez. Nasıl ki kendisine ceviz verilen bir kişi, cevizi kırmadıkça yiyemezse...” (s. 61).

4 hedefi vardı
İbnü’l Mukaffa, “... Bu kitabı okuyanlar, onun dört hedefi olduğunu bilmelidirler; Birincisi: bu kitabın hayvan diliyle yazılmış olduğudur. Bunun hedefi, alay ve eğlenceden hoşlanan gençlerin bu kitabı okumaya rağbet etmelerini sağlamak.
İkincisi: Hayvanların düşüncelerini türlü türlü şekillerde ifade ederek halkı, yönetim ile meşgul olanlarıysa eseri okumaya teşvik etmek ve kolayca okumalarını sağlamak. Üçüncüsü: Eseri bu şekilde yazarak büyüklerin de küçüklerin de rağbeti sayesinde çoğaltılmasını sağlamak ve eserin unutulmasına karşı gelmektir. Dördüncüsü ise son hedeftir. O da yalnız filozoflara mahsustur...” demekte.

Doğru yola sevk etmek
İbnü’l Mukaffa’nın dördüncü hedefi izah etmemesini sonraki çevirmenler, bu hedefin açıklanmasının okuyucuya bırakıldığı kanısındadırlar. Ancak hiç şüphesiz asıl hedefinin, dönemin insanlarını uyandırmak, yönetimi elinde tutanları doğru yola sevk etmek ve hükümetlerin siyasetini ıslah etmek olduğu açıktır.
“... Zaten derler ki bilim ancak uygulama ile tamam olur. Bilim ağaç, uygulama meyve gibidir. Bilim sahibi, uygulama ile biliminden istifade eder ve uygulama ile biliminden istifade etmedikçe bilim sahibi sayılmaz. Adamın biri, bir yolun tehlikeli ve korkulu olduğunu bildiği halde o yola girerse, ona ancak cahil denilir...” (s. 63).
İbnü’l Mukaffa’nın yoğun tercüme çabaları kısa süre sonra Beytülhikme’nin kurulmasını sağlayacak ve geçmiş dönem kültürlerine ait çok sayıda kitabın günümüze ulaşmasına yardımcı olacaktır.