ŞERDEN HAYIR DOĞAR MI?

                                                                                            Dr. Cezmi Bayram

 

                         Prof.Dr. Yasin Aktay’ın geçen hafta, Bayburt Üniversitesindeki konuşması sırasında kullandığı “Türk ırkı yoktur” sözü ciddî tartışmalara sebep oldu. Bilâhare, yanlış anlaşıldığı şeklindeki açıklamaları da tartışmaların nihayet bulmasını sağlamadı.

                        Aslında, daha Ziya Gökalp’ten itibaren milliyetçilerin milleti “ırk” üzerinden tarif etmediklerdi göz önüne alınırsa, bu kadar şiddetli tepkiyi anlamakta sıkıntı çekmek mümkündür. Ancak, Aktay’a gösterilen tepkiyi, onunla ve söylediği sözle sınırlı saymak doğru olmaz.

                        Doğrudur: Gökalp’ten itibaren ve onu takip eden milliyetçiler; milleti, dolayısıyla Türklüğü bir ırka bağlı olarak değil, bir kültür ve medeniyete mensubiyet olarak tarif etmişlerdir. Hattâ Oğuz Kaan’dan itibaren cihanşûmul bir ülkünün takipçisi olan  Türkler ve elbette ilim ve fikir adamları, Türklüğü, bir  ırktan daha fazla bir değerler manzumesi olarak ifade etmişlerdir. Meselâ, Kaşgarlı Mahmud’da da Türkçe konuşamayanlar Türk sayılmamışlardır. Türkçe konuşan veya Türk kültür dairesine dahil olan daima Türk addedilmiştir. Bu sadece, Türkler bakımından değil, Türk tarih ve medeniyetiyle ilgilenenler için bile böyledir. Meselâ, Anna Masala, “Türkleri Sevmek” adlı eserinde, “Bana Türk dostu diyorlar, Türk denilmesini tercih ederdim” diyor.

                        Türkler için, Türk soyundan gelmek kadar, Türklüğe hizmet etmek de Türk olmak için yeter. Bu yüzden Gökalp, “Türklüğü sadece soya indirgersek, o zaman Türklüğe hizmet etmiş olan bir çok şahsiyeti Türklük dairesinin dışına atmış oluruz” demektedir.

                      

                         TÜRKLÜK BİR IRK MESELESİ DEĞİLDİR

                        Bu gibi ifadeler, elbette Türk soyunun olmadığı mânasına gelmez. Ancak, tarihin ilk dönemlerinden itibaren var olan Türk’ün daima cihanşûmul devletler kurması, geniş coğrafyalara hâkim olması, bir çok kültür ve medeniyetle tanışması ve çok değişik soylarla beraber yaşaması sebebiyle, bir çok kavimden farklı olarak “bir etnisite”yi aşarak “millet” olduğu gerçeğini ifade eder. Ayrıca, yine Oğuz Kaan’ın “Gökkubbe”yi çadırının tavanı saymasının icabı olarak bütün beşeriyetin, huzur ve refah içinde yaşamasının sorumluluğunu taşıyarak “adil ve kerim” bir devlet düzeni kurması ve hiçbir kimse ve şahsı “öteki” mütalaa etmemesi gerçeğini belirtir. Kısaca, bir Türk soyu vardır. Fakat Türk, başkalarının da Türk olmasına itiraz etmez, “Türk’üm”diyen ve “Türk olan”a da hayır demez.

                        Bu açıdan bakıldığında, diğer ırklar gibi bir Türk ırkından bahsedilemez. Çeşitli metinlerde bu kavram geçse bile, bu Batıda kullanılandan farklıdır ve  dışlayıcı değildir, başkalarını hor görücü değildir. Kapsayıcıdır, bütünleştiricidir. Özellikle Türkiye Türk’ünden bahsederken, bin yılı aşkın zaman içinde, mensubu olduğu İslâm dininin de mayalandırdığı ve sâhibi olduğu medeniyetle özdeşleşmiş bir milleti söz konusu ettiğimiz unutulmamalıdır. Bu yüzden Gökalp milleti, halkımız gibi, “dili dilime, dini dinime benzeyendir” şeklinde tarif etmiştir. Yâni Türkçe konuşan veya Müslüman olan…

                        Meşrutiyet döneminin önde gelen islâmcılarından Sait Halim Paşa’da “millet,  birbiri ile kaynaşabilen bir takım içtimaî ve siyâsî unsurların birleşmesidir” der. Ona göre “Bu unsurlar uzun müddet bir arada yaşamış, ayni lisanla konuşmuş, müşterek his ve fikirlere sahip olmuş, kendilerine mahsus sanat ve edebiyat meydana getirmişlerdir. Kısacası millet, öteki insan topluluklarından ayrılmalarına sebep olacak ahlâki ve ruhî bir kültür meydana getirmiş fertler toplumudur”.

                        Görülüyor ki, bu anlayış Gökalp’in milliyetin terbiye ile iktisap edileceği ve bir kültüre mensubiyet meselesi olduğu fikriyle tamamen aynidir.

 

 

                        TÜRK MİLLETİ BÜTÜN ETNİSİTELERİ KAPSAR  

                       

                        

                        Peki, umumî anlayış bu olduğu halde, neden Aktay’ın sözleri bu kadar tepki çekmiştir?

                        Birinci sebep, AK Parti’nin ve özellikle Sayın Başbakan’ın bu konudaki beyanlarıdır. Zira, Başbakan bir çok konuşmasında, Türk’ü bir etnik kimlik olarak nitelemiştir. 36 etnik kimlikten bahsetmiştir. Millet kelimesini kullanırken umumiyetle isimsiz bir milletten bahsetmiştir. En son Van Yüzüncü yıl Üniversitesi’ndeki fahri doktora payesinin tevcih töreninde, “Türk milleti olmaz, millet vardır” demiştir. Bahsedilen bu milletin de adı konmamıştır. O zaman, 36 etnisiteden her birisinin bir ırkı var, fakat Türk’ün ırkı yok, yani Türk soysuz...Hiç şüphesiz bu ve benzer ifadeler sebebiyle  Aktay’ın sözü böyle çağrışım yapmıştır. Halbuki, Aktay’ın da sonraki açıklamalarında ifade ettiği gibi, Türk bütün bu etnisiteleri kapsayan bir milletin adı olarak vurgulansaydı ve Türk kelimesi kullanıldığında, diğerleri de, ayni kuvvetle vurgulanarak ifade edilmeseydi, o zaman bu kadar infial olmazdı.

                       Öte yandan, yakın zamanda “Türk’üm” diye başlayan ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” diye biten “andımız”ın ve bazı yerlerde “Ne mutlu Türk’üm diyene” levhalarının kaldırılması da tepkide önemli rol oynamıştır. Gerçekten, eğer, Türk’ü bir ırka veya etnisiteye değil de, bir kültüre mensubiyet olarak telâkki ederseniz ve bir medeniyetin temsili ile özdeşleştirirseniz, o zaman Müslüman olan herkesin içinde olmakla iftihar edeceği bir medeniyeti de ifade eden “Türk’üm demek” neden rahatsızlık versin?

                        Bölücü fitneyi bertaraf etmek üzere,  iyi niyetten kaynaklansa da, son zamanlarda Türklüğün sürekli tartışma ve ayrıştırma meselesi yapılması, âdeta bin yılı aşkın zamandır'' İslâmın serhaddi'' olmuş bir soyun reddedilmesi intibaının doğmasına sebep teşkil edecek gelişigüzel açıklamaların serdedilmesi, özellikle devletin kurucu fikrinin tahrip edilmeye çalışıldığı hükmünün doğmasına yardım etmiştir. Mesele, öteden beri, esasen, Batıda olduğu şekilde ırkçılık gayretinde olmayan bir milletin, Türkiye Devletinin kurucu unsuru olduğunun reddi gayreti gibi telâkki edilmiştir. Yoksa, tarihî derinliği ve coğrafî yaygınlığı olan, yaşayan büyük bir medeniyet ve kültürün sahibi olan bir milletin yok edilmesi endişesini kimse taşımaz. Gerçekten böyle çocukça niyetler varsa, bu da beyhude gayretler olarak görülür. Öyle de olsa, elbette, “adam sende”, ne söylerlerse söylesinler denmez. Tepkilerin bir sebebi de budur.

                        Burada, dikkate alınması gereken husus, milletin ırkla tarif edilmemesi ile içinde yaşanılan kültür ve medeniyeti meydana getiren bir soyun varlığı hususunun iyi ayırt edilmesidir. Bir Türk soyu vardır ve bunun tayin edici unsuru yine ırk değil, dildir. Yani Türkçe konuşanlardır. Kaşgarlı Mahmud’un dediği de budur. Ama millet içinde farklı soylar olabilir.

                        AÇIKLAMALARIMIZ AYRIŞTIRICI DEĞİL, BÜTÜNLEŞTİRİCİ OLMALI

                        Aktay’ın sözleri,  düzeltilme ihtiyacı hissedilmesi de gösteriyor ki, talihsizlik olmuştur. Ancak  bu, bir zihniyetin dikkatsiz bir şekilde tezahürü sayılmıştır. Belki, sıradan bir akademisyen olsa, fazlaca üzerinde durulmayabilirdi. Ancak hem iktidar partisinin Merkez Karar organında yer alması, hem de o parti için düşünce üretmek mevkiindeki bir enstitünün başında bulunması, sözlerini,  irticalî bir konuşmada dikkatsizce sarf edilmiş cümleler olmaktan çıkarmıştır.

                       Fakat, memnuniyet verici olan tepkilerden sonra yaptığı açıklama ve konu ile ilgili “Yeni Şafak” gazetesindeki makalesinde şu sözleri ifade etme mecbburiyetini hissetmesidir:

                       “Türklüğün bir ırka indirgenemeyeceğini, aksine tarihsel olarak farklı ırkları da barındıran bir şemsiye kimlik olarak benimsenmiş olduğunu anlattım. Bir ırka indirgenmeye çalışıldığında hem Türklüğün kültürel ruhunun tamamen öldürülmüş olduğu, hem de bu haliyle Türkiye’de bütünleştirici özelliğinin yok edildiğini anlatmaya çalıştım.”

                        Görülüyor ki, bu sözler “bir Türk ırkı yoktur” sözünden hayli farklıdır ve Türkiye’yi etnik mozaik halinde göstermeye ve ifade etmeye çalışanlara karşı yıllardır, Türk milliyetçilerinin söylediklerinden mana itibariyle pek farklı değildir. Bu yüzden, ister dikkatsizce sarf edilen bir sözden, ister yanlış anlaşılan bir ifadeden kaynaklanan tepkilere karşı verilen bu cevabı, bir hayırlı başlangıç olarak anlayabiliriz. Nihayet, Türkiye’nin bütünlüğünü sağlamak için, etnik Kürt ırkçılığını yatıştırmak niyetiyle de olsa, Türklüğün kültürel ve tarihî derinliğini yok sayma, bu anlamda ifadelerden de kaçınılmalıdır. Bu tarihî ve kültürel manaya sahip Türklük, ayrıştırıcı değil, aksine bütünleştiricidir.

                         İmanımızın, dilimize kazandırdığı bir tabir vardır:”Her şerden bir hayır doğar”.

                         Hakikaten, Aktay’ın Bayburt konuşması, hiç tereddütsüz bir şer ifadesi idi. Ama, yukarıya da aldığımız sözleri bir “hayırlı” düşüncenin doğmasına vesile ve  işarettir. Bundan sonra beklenen, bu sözlerini her zeminde, hususiyle Parti meclisinde, daha da muhtevalı şekilde ifade etmesidir. Özellikle milliyetimiz hakkında gelişigüzel ve hoyratça ifadelerde bulunulmasına herkesten evvel kendi tavır koymalıdır. Böyle yaparsa, hem kendisine gösterilen tepkileri manasız kılar, hem de memleketimize, milletimize, İslâma ve insanlığa büyük hizmeti ve hayrı dokunur. Çünkü, Aktay, sıradan bir ilim adamı değildir. Siyasî kimliği vardır. Belki önümüzdeki yıllarda, daha etkili olması mümkündür.

 

http://haber.stargazete.com/acikgorus/irk-etnisite-millet-hangisi-turk/haber-813733