Dr. Cezmi Bayram

2020 yılı büyük salgınla bütün dünyayı etkiesi altına aldı. Bir çok hayatın bonlanmasına sebep oldu. Evet, inanıyoruz ki, ölüm dünyanın en büyük gerçeğidir ve ecel her canlı için kaçınılmazdır. "Kırk kapılı kaleye saklanılsa, ölüm orada bizi bulur". Ancak bazı ölümleri kabullenmek zor oluyor. İnsanın iradesi felç oluyor ve muhakemesine ve davranışlarına hâkim olamıyor.

Yeni yılın ilk günü sabahı ebedi âleme intikal eden Alaaddin Korkmaz'ın vefatı da benim için öyle oldu. Hastalanmıştı, yoğun bakıma kaldırılmıştı. Yakın dostlarımızdan haberini alıyordum. Ancak, mesafe uzaklığı ve yasaklar ziyaretime engel olmuştu. Vefatı kadar, son bir defa görüşememek, memleketin hâli hakkında fikir alış verişinde bulunamamak, kaybımızı katmerleştirmiştir. Çünkü, bütün hayatını "vatan kurtararak" geçirenler için, bu gerçekten büyük kayıptır.

Alaaddin, Perşembe Öğretmen Okulu'na benden bir kaç sene sonra gelmişti. Daha benim talebeliğim sırasında önemli sayıda solcu öğretmen vardı ve öğrencilere farklı şekillerde telkinlerde bulunuyorlardı. Artık öğrenciler arasında da saflar belirmeye başlamıştı. Alaaddin orada, hem bilgisi ve hem de hitabetiyle temayüz etmişti. Özgüveni yüksek, kendinden emin bir öğrenci lideri olmuştu. Şiir yazıyordu. Sonra öğretimine devam ettiği Bursa Eğitim Enstitüsünde de yazmayı sürdürdü ve "Bursa'da Zaman Gazetesinde yayınladı. Tanpınar'ı, Yahya Kemal'ie severdi, ancak Sezai Karakoç'un etkisi açıktı. Oradan "Ocak dergisi"ne gönderdiği yazı da Karakoç'un şiiri üzerineydi. Mezuniyetini müteakip önce Bingöl'e, ardından Bursa Mustafakemalpaşa'ya tayin oldu. Benim de Ülkü-Bir'de görev yaptığım yıllardı. Kemalpaşa'da Ülkü-Bir'i teşkilâtlandırdı. dikkat çekici başarılı çalışmalar yaptı. Ülkü-Birde atılım yapmak düşüncesindeydik. Bu maksatla taşradan, şubelerde başarılı olan bâzı genç öğretmenleri Ankara'ya getirtip Genel erkezi takviye etmek düşüncesindeydik. Bu maksatla Mustafakemalpaşa'dan Alaaddin Korkmaz'ı, Kozan Şubesi Başkanı İsmet Tuncer'i ve Elbistan Şube Başkan'ı Yılmaz Terzi'yi hem Ankara'da görevlendirdik ve hem de ilk kongrede Merkez heyetine aldık, Başkanlık Divan'ında yer verdik. Gerçekten de, bu takviyelerle Ülkü-Bir artık etkili bir öğretmen derneği oldu. Ayni zamanda Alaaddin Prof.Dr. Orhan Düzgüneş'in büün çalışmalarında yanında görmek istediği bir hâline geldi.

Daha sonra Orhan Hoca'nın Türk Ocağı çalışmalarında da en yakın mesai arkadaşı yoldaşı idi. Denebilir ki, Orhan Hoca'nın bir genç heyecanıyla hem Ülkü-Bir'de, hem Türk Ocaklarında bir genç heyecan ve enerjisiyle faaliyet göstermesinde etrafında teşekkül ettirdiğimiz bu genç kadronun da önemli rolü olmuştur.

Alaaddin, 60 lı ve 70 li yıllarda milletimizi yeniden dünya üzerinde güçlü ve etkili yapmak, medeniyetimizi yeniden ihya etmek, Türk Dünyası'nı esaretten kurtarak Turan'ı gerçekleşmek isteyen neslin önemli temsilcilerindendi. O neslin örneği Kürşad'tı, Asım'dı. Turhan'dı. Bunların biri değil, hepsi

idi. Gerçi bunlar roman, hikâye ve şiir kahramanları idi. Fark etmezdi. Hepsi Kürşad gibi yiğit, milletin bağımsız kalması için şecaat ve karaktere sahip olmak gayretindeydi. Asım gibi, "gerçek nesil" olarak Çanakkale'de, Millî Mücadele olduğu gibi başarıyla vazifesini yapmak emelindeydiler. Müftüoğlu Ahmet Hikmet'in "Turhan Nasıl Çıldırdı" hikâyesinin kahramanı gibi "Dâva"ları büyüktü ve her şeyden önce gelirdi. Şahsî meanfaatlerienden ve hattâ aşklarından bile önceydi. "Millet için, islâmiyet için yaşamak, çalışmaktaydılar." "Bu ümit ateşi, bu iman nûru daima yüreklerini dimağlarını yakar, geceleri uykularını kaçırırdı".

Büyük emelleri v e büyük dertleri vardı. Türklüğün, İslâmlığın ve hattâ bütün insanlığın dertlerini kendi derrtkleri ayarlardı. Turhan'ın bütün emellerini gerçekleştirmek isterlerdi. Ancak, Kürşad'ın âkıbetini, Turhan'ın hazin sonunu dikkat nazara alarak, dâva için ölmeyi göze alsalar da, yaşamayı daha önemli görürlerdi. Evet, Kürşad, Turhan büyük kahramanlardı. Onlara lâyık olmak arzusunda idiler, ancak akıbetlerinden de ders alarak muhakemelerini yitirmeme cehdini de gösteriyorlardı.

Alaaddin de bu neslin önde gelen temsilcilerinden olmak hasebiyle, bu vasıfların tamamına sahipti. Yine nesli gibi, arada bazı bürokratik görevleri saymazsak ki onlar hedeflerinin yanında hiçbir kıymet ifade etmez, sadece çalıştılar, konferanslar verdiler, yazdılar. Ama ganimeti başkaları paylayştı. Esasen böyle meseleleri de yoktu.Onlar, Galip Ağabey'in "Ülkücü'nün Çilesi"nde tavsif ettiği hayatı yaşamaya taliptiler. Gaspıralı giebi, akıllarının erdiği ve yapmalarını gereken her şeyi yapmaya çalıştılar. Böylece de terki hayat ettiler. "Yavuz"a yükselmek için gözleri kararmasa da, "dâva"larını başarıya ulaştırmak için gösterdikleri çaba kadar çıldırmamak iç in de direndiler, yoruldular. Zaman zaman öfkelendiler. Öfkeleri de anlaşılamadı.

Turhan’ın arkadaşı ona “kayıp nesil” diyordu. Bu nesil de milletin hizmetinden, heyecanından ve enerjisinden yeterince istifade edememesi bakımından; Türklük için, İslâmlık için, insanlık için büyük kayıptır. Bunun derecesini aralarından bazılarına, Alaaddin de dâhil, kısmen görev verilenlerin başarısından anlamak mümkündür.

Alaaddin de böyle yaşadı ve bir menfur salgın bahanesiyle uçmağa vardı. Şimdi herhalde, örnek aldığı bütün şahsiyetlerle "vatan kurtarma divanı"nı kurmuşlarndır. Ruhu şad olsun